hep birlikte ya da hiçbirimiz
Bahar Göçer*
“İster bilim insanı olun, ister sanatçı olun, içinde yaşadığınız toplumun ancak birkaç adım ilerisine yürüyebilir ve üretken olabilirsiniz” derler. Yani içinde yaşadığımız toplumdan bağımsız değişip dönüşemeyiz. Hayat, birlikte öğrenip deneyimlediğimiz bir yoldur. Bulunduğumuz ortamdan bağımsız farklı şeyler üretemez ve yaratamayız. Adeta hamurdan yoğruluruz tabiri caizse. Çünkü geride kalanlar, görünmeyen bir elle yürümeye çalışanların kıyafetlerini çekiyor. Bu nedenle yaşadığımız hiçbir şey ülkeden ve ülkenin durumundan bağımsız ve farklı olamaz. Hoşumuza gitse de gitmese de paralel yollarda yürüyoruz.
Ülkede o kadar çok durum var ki mantıktan, bilimden ve 21. yüzyıl zihniyet süzgecinden uzak. Konunun uzmanı olmasak da kolay mantığımızla gerçekleşen birçok olayın sıradanlıktan uzak olduğunun farkındayız. Hep lütfen liyakat edin demekten kendimizi alamıyoruz. Ters giden birçok şey var. Az akademik eğitim almış ve durumu biraz tecrübe etmiş kişilerin olayı mantıklı bir noktaya getireceğini biliyoruz. Uzaya gitmek, çok farklı bir sanat eseri yaratmak için uçarı fikirlerin hayalini kurmuyoruz. Dileğimiz, temel, kolay durumları günlük hayatta olması gerektiği gibi çözmek ve sabit tutmaktır.
İŞ GÜVENLİĞİ VE İŞ SAĞLIĞI UZMANLIĞI
Biz iş güvenliği uzmanları olarak inşaata gidiyoruz. İş güvenliği uzmanları, 2 yıl iş güvenliği eğitimi almış mühendis veya denetçilerdir. Mühendis olanlar genellikle mühendislik ve iş güvenliğini birlikte deneyimlemiş teknik kişilerdir. İnşaat özel bir alandır ve inşaata özel iş güvenliği önlemlerinin alınabilmesi için yeterli donanıma ve bilgiye sahip olunması gerekmektedir. Bu bilgiler ışığında inşaatlarda gerekli düzenlemelerin yapılması talep edilmektedir. İş güvenliği uzmanlarının muhatabı patronlardır. 6331 sayılı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kanununa göre kimseye bağlı değiliz ama ücretimizi patrondan alıyoruz. İnşaattaki patronların çoğu mühendis, mimar ve hatta inşaat teknisyeni bile değil. Ortada ilkokul mezunları bile var. İnsanın hangi okulu bitirdiği hiç değerli değil ama bazı durumlarda bitirmediği okul da değerli. Mühendislik okumak veya teknik eleman olmak inşaat işlerinde iş yapmak ve akıl yürütmek için şarttır. Ayrıca okuduğunuz okul ve yaptığınız meslek, vereceğiniz kararları ve bakış açınızı belirler.
İş güvenliği konuları hesap gerektirmeyen, görsel olarak analiz edilebilen, kanun ve yönetmelikler okunarak anlaşılabilen konulardır. 2 yıl okuyarak bu bilgilere ulaşmak mümkün olabilir ama inşaat yapacaksanız 4 yıllık mühendislik fakültesi bitirmek gerekiyor. Çünkü üniversitede size statik hesaplamayı öğretiyorlar, direnci öğreniyorsunuz, maddi dersleriniz var. Bugünkü mühendislik eğitimini bilmem ama eski üniversitelerde hiç de fena olmayan mühendislerin yetiştirildiği biliniyor. Üniversiteyi bitirince hiçbir şey bilmediğini sanan ama yaşadıkça ne kadar öğrendiğini fark eden, mühendisliği bir kafa gibi yaşayıp içselleştiren insanlar bunlar.
MÜHENDİS, MİMAR PLANLAR, MÜTEAHHİT KARARI VERİR
Nedense bu mühendisler ülkede müteahhit olamadılar, hala da olamıyorlar. Müteahhitler parası olan, bir şekilde kirayı ele geçiren insanlardan oluşuyor. Mühendisler, müteahhitlerin emir komuta zinciri altında çalışırlar. İşler yapılırken mühendisin yaptığı mukavemet hesabı bir kenara atılır, kullanılacak çelik kalınlığına ve ebadına müteahhit karar verir. Beton kalınlığı ve özellikleri yüklenici kararı ile belirlenir. Mimar tarafından ölçülü olarak tasarlanıp düzenlenen proje bile müteahhide yakışacak şekilde değiştirilir. Temel olarak amaç, daha az ekipman kullanarak daha az para harcamaktır. Bir mühendis asla hırsızlık yapmaz demiyorum. Bir mühendis müteahhit olunca da oynayabilir. Onun da analizi var. İnşaatı mühendis ve mimarlar yapsın, sonra yapı kontrol ve kontrolör mühendisleri yapsın. Kontrolörler mühendis arkadaşların yaptığı hesapları incelesin, şantiyede uygulamayı denetlesin. Bırak işini bir kez daha yapsın. Başta da anlatmaya çalıştığım gibi, ülkenin birçok yerinde birçok şey bire bir mantığıyla işler. Nasıl ki Tübitak’ın başına bilim insanı getirilmiyorsa, şantiyelerin başına da mühendis getirilemez.
Hep birlikte kararırız, üzümlere bakarız ve kolay yolu seçeriz. Aslında üretimin olmadığı sıkıcı bir çalışma hayatının içindeyiz. Çok fazla kağıt kürek işi yapıyoruz. Sahada yapmadığımız her işin evraklarını düzenleyip imzalar ve gerekli mercilerde kullanırız. Aziz Nesin’in hikayelerini gerçek hayatta yaşamaya başladık. Hikaye okurken güldüğümüz, bazen saçma sapan dediğimiz durumlar bizi ve hatta ülkeyi musallat olur. Her şeyin belgelenmesi harika bir şekilde yapılıyor ama uygulama tam tersi çalışıyor. Bir psikolog şöyle demişti: “Tasvip etmediğiniz davranış hakkında çok düşünürseniz, bir süre sonra onu normalleştirmeye başlarsınız.” Cildinizde kalmasına izin verirseniz, yavaşça cildinize nüfuz edecektir. Daha önce böyle değildi. Uygulamada ne yapıldıysa karşılığında belgeler hazırlandı. Dokümantasyon ve uygulama artık birbiriyle örtüşmüyor. Hatta uygulamada eksik olan ne varsa belgeler yapılarak kapatılmaya çalışılıyor.
YASALAR UYGULANSAYDI YIKIM BU KADAR OLMAYACAK
Uygulanmasa bile faydalı olan kanunlar vardır. Yapılacak birçok şey bu maddelere göre belirlenir. Kanuna gerek yok. Bir iş yapılırken önce planlar yapılır, projelendirilir, çizilir, hesap yapılır ve deneyimli kişiler tarafından uygulanır ve ortaya somut bir durum çıkar. Sonrasında üretim esnasında sistematik olarak kontroller yapılır. Kontrolün amacı projeye uygunluk ve makullüktür. Tüm dünyada uygulama ve üretim bu şekilde çalışmaktadır.
Bizde işlerin öyle yürümediği çok açık. Çünkü tüm dünyanın kabul ettiği teknikleri kullansaydık bu kadar ev yıkılmazdı. Ben her zaman haberleri takip eden bir insanım ve deprem nedeniyle bu kadar çok evin yıkıldığını ve bu kadar çok insanın öldüğünü duyduğum başka bir ülke hatırlamıyorum. Ne yazık ki pek çok olayda olduğu gibi depremlerde hayatını kaybeden insan sayısında da dünyada ilk sıralarda yer alma ihtimalimiz yüksek. İş güvenliği zaafiyetinde Avrupa’da birinci olduğumuzu biliyorum, deprem felaketinde hayatını kaybeden insan sayısında da muhtemelen dünyada birinci sıradayız.
DEPREM HUKUKU
1999 depreminden sonra bu ülkede “Deprem Kanunu” çıkarılmıştır. Bu maddeden sonra inşa edilen tüm binaların kanunla belirlenen kriterlere uygun olarak yapılmış olması gerekir. Ortaya çıkan maddenin uygulanması bir zorunluluktu, doğal olarak işlerin hukuka uygun olarak yapılması gerekiyordu. Çünkü kanuna uygun yapılmamışsa o kanunun belirlediği kriterlere göre cezalandırılması gerekirdi. En azından bu cezaların bile caydırıcı ve yıldırıcı olması gerekirdi. Ama asla böyle olmaz. Hele sonunda ölüm varsa kasten ve para karşılığı öldürmenin cezası çok ağır olmalı ama o kadar da değil. Yani Türkiye dışındaki ülkelerde yaptırımlar uygulanırken bizim ülkemizde işler o kadar yolunda gitmiyor.
Her şey para ile alınıp satılır. İnşaat Kontrol firmaları inşaatları denetler. İncelediği şantiyenin müteahhidi, yapı kontrol şirketlerine para ödüyor. İş güvenliğinde de durum aynı, iş güvenliğini kontrol ettiğimiz işyerinin ücretini işveren ödüyor. Sizce amir para verenden bağımsız olarak sürece dahil olabilir mi? Her şey parayla satılırken, inşaatları denetleyen kurumlar da para karşılığı uygunluk izin belgesi ve uygunluk raporu veriyor. Dere yataklarına konut yapmak kolaydır. Kamu binaları deprem fay sınırları üzerine inşa edilebilir. Haritadaki fay hattı konumu bile değişebilmektedir. Temeli sağlam olmayan alanlarda çok katlı binalara izin verilir. Para için mümkün. Japonya’da da zemin sağlam değil ama bizim gibi bir felaket yaşamıyorlar çünkü düzgün bir zemin etüdü yaptırmışlar ve binanın tüm hesaplarını buraya göre yapmışlar. Depremde yapacakları salınıma göre malzeme seçerler. Maalesef dünyadaki büyük şehirlerin manzarasını örnek alıp iç dinamiklerini incelemiyoruz.
MESLEKİ YETERLİLİK ENSTİTÜSÜ
Yurtdışındaki ve Avrupa’daki kuruluşlar inşaat ustalarımızı usta olarak kabul etmediler. Bunun için Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) yasası çıkarıldı. İnşaat alanında çalışacak tüm personelin bu MYK belgesine sahip olması şart koşulmuştur. Başlangıçta, MYK evrakları Avrupa’dan gelen fonlarla desteklenmiştir. Çalışanlar test edildi ve Avrupa’da 5 yıl geçerliliği olan belgeler aldılar. Çalışanlarımız teknik liseden mezun olsalardı veya iki yıllık kolejlerden mezun olsalardı, bu MYK’ya ihtiyacımız olmazdı. Ülke olarak teknik liseleri gerekli statüye sokamadık. O okullarda yetişen insanlar, bu ülkenin ihtiyacı olan usta ve teknik eleman açığını çok basit bir şekilde giderebildiler. Ama günümüzde teknik liselerden mezun olan çocuklar teknik iş yapmıyorlar. Neticede hocalarımız okula gidemeyen, şartları olmayan çok yetenekli ve çalışkan insanlardan oluşuyor. Ama ne olursa olsun teknik liseden yetişmiş ustaların olduğu şantiyeleri görmek istiyor insan. En büyük handikaplardan biri ustaların önceki ustalarından öğrendiklerini uygulamalarıdır. Küçük inşaatların hiçbirinde inşaat mühendisi bulunmadığı için işin ilerleyişi bu ustaların inisiyatifine bırakılmıştır. İş güvenliği için binaları gezerken bazen irkiliyorum “Beton hesabına göre mi dökülüyor? Demir miktarı yeterli mi? Sütun yeterince güçlü mü? Ve şu anda buralarda güvenle dolaşabilir miyim? söyleyerek.
İş güvenliği uzmanları için “Acil Durum Planı”[1] yapılmış. Bu yasal bir düzenlemedir. Bildiğim kadarıyla her işyeri için yaptığımız bu Acil Durum Planı ülke ve şehirlerde de olmalı. Acil durumlarda bu planlar devreye alınır. Planlarımızda sarsıntı, yangın, sel vb. Acil durumlarda kimin ne yapacağı, tahliyenin nasıl yapılacağı, yangının nasıl söndürüleceği, lojistiği, toplanma alanları, kullanılacak ekipmanlar, ekipman lokasyonları belirtilmiştir. Bu süreçler her yıl tatbikatlar yapılarak güzel bir şekilde öğretilir ve uygulanır. Gerçekten de, bu tatbikatlar acil durumlarda işe yarar. Ülke genelinde de bire bir durumun uygulanması bekleniyor. Makaleyi yayınlayan Çalışma Bakanlığı ve devletin kendisi olduğu için bu uygulamaları ülkeye uyarlamakta zorlanmayacaklardır.
BİNA YAŞAMAK İÇİNDİR, KOŞMAK İÇİN DEĞİL
Mühendis olmayan müteahhitlere ihtiyacımız yok. İnşaatçılar inşaat mühendisi ve mimar olmalıdır. Aslında inşaat işi kar amacı gütmemeli. Kontrollerde yerel yönetimler yer almalı, uygunsuz durumlara onay verilmemeli ve diğer yapılar bunları denetlemelidir. Uygulamada teknik olarak daha ağır cezalar içeren kanunlar çıkarılmalıdır. Cadde, mahalle, mahalle, şehir ve ülke acil durum planları yapılmalıdır. Ülke olarak vicdanlı insanlar yetiştirilmelidir.
Bu sıkıntılı günlerde bizi ayakta tutan tek güzel şeyin dayanışma ruhumuz olduğunu düşünüyorum. Pek çok aksiliğe rağmen, bu ruhu genişletebileceğimizi ve burada yazılan tüm aksilikleri kolayca ortadan kaldırabileceğimizi biliyorum. Çünkü gerçek kişilerin elinde bu sorunları gerçek uygulamalarla çözmek sorun değil. İstersek tüm olumsuzlukları olumluya çeviririz ve bir daha böyle bir acı yaşamayız.
Yaraların çabuk iyileşmesini dilerim
[1]İşyerlerinde Acil Durumlar Yönetmeliği/ÇSGB
*A sınıfı İş Güvenliği Uzmanı